Türkiye’de son dönemde Çin modelini tartışıyor. Yeni ekonomi modelini açıklamak için sık sık Çin örneği gösteriliyor. Çin uzun yıllar kalabalık nüfusunu avantaja çevirerek ucuz iş gücü sağlayarak ‘dünyanın fabrikası’ haline geldi.
Çin bu işlevini uzun yıllar sürdürdü ve her yıl artan bir şekilde cari fazla verdi. Böylece başta altyapı ve enerji alanları olmak üzere yatırıma artan bir şekilde daha fazla kaynak ayırabildi.
1949’da Çin Komünist Partisi yönetimi devraldığında ülke ekonomisi tamamen tarıma dayalıydı. O dönemki yönetim 50’lerde ve 60’larda sanayileşme hamleleri denese de istenen sonuç bir türlü elde edilememişti. Bunda 1958-1961 yılları arasında yaşanan kıtlık da etkili olmuştu. Söz konusu yıllarda hükümet tüm makine teçhizat ithalatını durdurarak acil bir biçimde tahıl ithal etmek zorunda kalmış, bu da sanayileşme adımlarını yavaşlatmıştı.
Çin’in bugünkü küresel dev haline gelmesini sağlayan yolculuğunun başlangıcı ise 1978 yılı olarak kabul ediliyor. 1978 yılında Çin Komünist Partisi Merkezi Komitesi tarihi bir karar alarak ekonomide kademeli ancak temel bir reform programı başlattı. Aşırı merkezi planlamanın yeterli verimliliği sağlayamadığı kanaatine varan Komite bu verimsizlik sebebiyle Çin’in sadece batı ülkelerinin değil Japonya gibi Asya ülkelerinin de gerisinde kaldığı kanaatine vardı. Devletin planlama ve gelişimdeki payının azaltılmasını hedefleyen bu reformun amacının komünizmi terk etmek değil daha iyi hale getirmek olduğu vurguladı.
Çin yönetimi reform kapsamında ilk olarak ihracat ve tarımsal üretimi artırmaya odaklandı. Dünya Bankası verilerine göre 1978 yılında Çin ekonomisi 149.5 milyar dolarlık büyüklüğe sahipti. Aynı yılda Çin’in Asya’daki en büyük rakibi 1 trilyon dolar, ABD ise 2.4 trilyon dolarlık ekonomik büyüklüğe ulaşmıştı.
1978’de Çin’in ihracatı 6.8 milyar dolardı ve ihracatın ekonomideki payı yüzde 4.5 seviyesindeydi. Buna karşılık ithalatı ise 7.6 milyar dolar civarındaydı. Yani Çin yaklaşık 800 milyon dolar dış ticaret açığı veriyordu.
1982’ye gelindiğinde ise Çin’in ihracatı hızlı bir şekilde artarak 22.6 milyar dolara geldi. İthalatı ise 17.8 milyar dolarda kaldı. Böylece Çin 1982’de 4.8 milyar dolarlık dış ticaret fazlası vermeyi başardı.
Bu esnada Çin Merkez Bankası yuanın değerini düşürmeye başladı. 1981 başında 1 dolar 1.6 yuan iken 1982 sonunda 2 yuana yükseldi. Dolar/yuan zaman zaman sabit seyretse de 1990 sonunda 5.24’e kadar yükseldi.
1990’a gelindiğinde Çin’in ihracatı 49.1 milyar dolar, ithalatı ise 38.5 milyar dolar oldu. Dış ticaret fazlası 10.6 milyar doları aştı.
Çin ekonomisinin büyüklüğü ise 1990 sonunda 360.9 milyar dolara ulaştı. Yani Çin ekonomisi reform ve açılışın başlangıcı olarak kabul edilen 1978 sonunda 1990 sonuna kadar kümülatif olarak yüzde 141 büyüdü. Yine Dünya Bankası verilerine göre 1978’de 156 dolar olan Çin’deki kişi başı gelir 1990’da 317 dolara yükseldi.
Bu artış, oran olarak yüksek görünebilir ancak o dönem diğer büyük ekonomilere bakıldığında Çin’de kişi başı gelirin ne kadar düşük kaldığı net bir şekilde görülüyor. 1978’de Japonya’da kişi başı gelir 8.820 dolar iken bu rakam 1990’da 25.371 dolara yükseldi. ABD’de ise aynı dönemde gelirler 10.550 dolardan 23.880 dolara çıktı.
Çin 1993 yılında son kez dış ticaret açığı verirken 1994 başında devalüasyona gitti. 1994 başına kadar Çin’de bir Merkez Bankası tarafından belirlenen kur bir de piyasada belirlenen kara borsa fiyatı olarak da nitelenen kur bulunuyordu. 1994 başında ise yeni reformlar kapsamında tek bir kur seviyesi olmasına karar verildi ve piyasanın belirlediği fiyat benimsendi.
Bu kararla dolar yuan karşısında yüzde 50 değerlenerek 5.8’den 8.7’ye yükseldi. 1993 yılında 11.8 milyar dolar dış ticaret açığı veren Çin ekonomisi 1994 yılında ise kurun da daha rekabetçi hale gelmesiyle 7.4 milyar dolar fazla verdi.
2000 yılına gelindiğinde Çin ekonomisi artık yılda 18.8 milyar dolar dış ticaret fazlası veriyordu. Toplam ihracatı 253.1 milyar dolara ithalatı ise 223.1 milyar dolara ulaşmıştı. Çin ekonomisi de 1.2 trilyon dolarlık büyüklüğe ulaştı.
Bu muazzam büyümeye rağmen Çin halen yoksulluğu yenememişti. 2000 yılında Japonya’da kişi başı gelir 39.169 dolar, ABD’de 36.334 dolara çıkmışken Çin’de sadece 959 dolardı. 2000’de kişi başı gelir dünyada ortalama 5.512 dolar seviyesindeydi.
Ancak Çin uzun yıllara dayanan planlama, dış ticaret fazlası sayesinde elde edilen geliri altyapı ve eğitim başta olmak üzere kritik alanlara yaptığı yatırımların meyvesini tam olarak 2000’lerde toplamaya başladı.
2000’lerin ortasından itibaren Çin artık sadece ucuz işgücüyle anılan değil yüksek teknolojili ve verimli üretim tesislerine sahip bir ülke konumuna yükseldi. Özellikle teknoloji alanında Kore ve ABD’li firmalarla rekabet edebilen markalar çıkarmaya başladı.
2010 yılına gelindiğinde Çin ekonomik büyüklük olarak modern zamanlarda ilk kez Japonya’yı geride bırakarak dünyanın en büyük 2. ekonomisi oldu. Çin 2010’da 6.1 trilyon dolarlık büyüklüğe ulaşırken Japonya 5.8 trilyon dolarda kaldı.
2010’da Çin’de kişi başı gelir de 4.550 dolara yükseldi. Aynı yıl dünyada kişi başı ortalama gelir 9.550 dolar seviyesindeydi.
2020’ye geldiğimizde ise 14.7 trilyon dolarlık bir ekonomi haline geldi. Asya’daki rakibi Japonya’nın ekonomik büyüklüğü ise 4.9 trilyon dolara geriledi.
2020’de Çin’de kişi başı gelir 10.500 dolara yükseldi. Dünyada ise ortalama 10.900 dolar oldu. Bu yıl ise Çin’in artık dünya ortalamasını geçmesi bekleniyor.
Çin’de işgücü maliyeti artsa da artık oturmuş sanayisiyle yılda 2.7 trilyon dolarlık ihracat yapan ve 366 milyar dolar dış ticaret fazlası veren bir ülkeye dönüştü.
Tabii tüm bunların yabancı yatırım olmadan gerçekleşmesi mümkün değildi. Çin 1978 sonunda aldığı dünyaya açılma kararıyla yabancı yatırımcıyı da ülkeye davet etti. 1980’de ülkeye doğrudan yabancı yatırımı (FDI) sadece 60 milyon dolardı. 1990’da ise bu rakam 3.5 milyar dolara yükseldi. Yatırımlar 2013 yılında ise 290 milyar dolarla rekor kırdı. Geçen yıl koronavirüsün de etkisiyle 187 milyar dolara geriledi. Yıllar içinde bu yatırımlar Çin’in modern bir üreticiye dönüşmesine önemli katkı sağladı.
Bunun yanında Çin daha fazla dış ticaret fazlası verdikçe eğitime de daha fazla kaynak aktarmaya başladı. Bu da işgücünü daha kaliteli hale getirdi. 1983 yılında Çin’in eğitim harcamaları ekonominin yüzde 9.4’üne denk gelirken bu oran 1994’te yüzde 20’ye yükseldi. Bu yatırımlar sayesinde 1950’lerde ilkokula kaydolma oranı yüzde 50’nin altındayken bu oran 2018’de yüzde 99.9’a yükseldi.
Özetle 1978 sonrasında Çin dış ticaret fazlası vermeyi önceliklendirdi. Buradan elde ettiği gelirle altyapısını ve eğitim sistemini geliştirdi. Bu esnada yabancı yatırımcı dostu politikalarla her yıl katlanan bir şekilde yatırım aldı. Çin bu politikalar sayesinde dünyanın en büyük ikinci ekonomisi konumuna yükseldi.
Tabii bunlara tek bir habere sığdırmak mümkün olmayan kapsamlı bir planlama eşlik etti. Örneğin yıllar içinde bölgelere farklı ihtisaslar verildi. Bir şehir sadece otomotiv alanında gelişirken diğeri tekstile odaklandı. Bu da lojistik olarak çeşitli maliyet avantajları sağladı. Bu ve bunun gibi sayısız örnekler Çin’in bir dünya devine dönüşürken ne kadar sabırlı ve sistematik ilerlediğini ortaya koyuyor.